Sizce her gün yanından geçtiğiniz, kimseye bir zararı dokunmamış, kendi hallerindeki insanlar kan dondurucu kötülükler yapma potansiyeli taşıyor olabilir mi? Peki ya siz, farklı koşullar altında birine işkence yapabilir miydiniz?
Eğer hayır diyorsanız bilin ki insanların büyük bir kısmı hayır cevabını veriyor ve yine insanların büyük bir kısmı kimseye zararı olmayan sıradan insanlarken, şartlar değiştiğinde bir zorbaya hatta acımasız bir katile dönüşebiliyor. Bunu nereden biliyorsun derseniz Almanların Yahudilere yaptığı soykırımı düşünebilirsiniz. Neredeyse bütün bir halk nasıl bu kadar zalim olabilmişti? Burada “ama onlar Yahudi, bunu hak etmişlerdi, Gazze’de olan biteni görmüyor musunuz?” diyorsanız zaten şartlar değiştiğinde zalim olabileceğinizi doğrulamış oluyorsunuz. Zulüm belirli durumlarda meşruysa iktidar sahipleri düşüncelerinizi ve duygularınızı manipüle edebilir; belirli bir grubu düşman, terörist, şeytan, bir böcek ilan ederek onları dehumanize edebilir. Böyle bir durumda şiddeti meşru kılarak korkunç kötülükler yaparken bulabilirsiniz kendinizi.
İşte bu, insanı kötülüğe iten durumsal faktörlerden biridir. Bir diğer faktör ise failin kendi bireysel kimliğinin dışına çıkmasıdır. Ahmet orada Ahmet olarak bulunmuyorsa, Ahmet’in vicdanına sahip olmayabilir. Örneğin bu kişi Ahmet olarak bir karıncayı bile incitmezken polis kimliğiyle birilerini durdurma görevi verildiyse, yüzü gözü kapalıysa acımasızca insanlara vurabilir, yüzlerine biber gazı sıkabilir. Onu daha sonra sorgularsanız muhtemelen şöyle diyecektir “ben sadece görevimi yaptım.” Kimliksizleşme insanları soğukkanlılıkla “görevini” yapmaya iterken aynı zamanda sadistik dürtüleri ortaya çıkarır. Çünkü kimliksizleştiğimizde sorumluluk bizim omuzlarımızda değildir ve bedel ödemeyiz.

Sorumluluktan kurtulmak yalnızca anonimleşerek, belirli bir kimliği üzerine giyip kimliksizleşerek olmaz aynı zamanda bir otorite figüründen emir almak da vicdanı öldürür. Miligram’ın deneyinde katılımcılara soracakları sorulara her yanlış cevap verildiğinde karşısındaki kişiye giderek artan düzeyde elektrik verilmesi istenmiş ve insanların çok büyük bir kısmı yanındaki uzman otorite figürü devam etmesi gerektiğini söylediği için ölümcül seviyelere çıkabilmiş, karşısındaki kişinin çığlıklarına duyarsız kalmıştır.

Kötülüğü sıradanlaştıran bir diğer faktör ise sosyal uyumdur. İçinde bulunduğunuz grup öyle davranıyorsa siz de aidiyetinizi kaybetmemek için, onlardan biri olabilmek için doğrularınızdan vazgeçebilir ve kötülük yaptıkça daha güçlü daha popüler hissedebilirsiniz. O grup içinde kötülük normalleşmiştir ve içinizdeki “hayır bu normal değil, bu yanlış” diyen ses zayıflamıştır. Savaş gibi kriz durumlarında yeni normaliniz işkence olabilir. Bu da bizi bir diğer faktöre getiriyor, kendinizi tehdit altında hissediyorsanız ve elinizde kontrolü sağlanmayan bir güç varsa daha saldırgan olursunuz.
Özetleyecek olursak, bir otorite figürü size bunu emrediyorsa, hedef olan kişiyi insan olarak görmüyorsanız ve bireysel kimliğinizden arınmışsanız, bir grubun kimliğini üzerinize giymişseniz ve onların normu işkence ise, kendinizi tehdit altında hissediyorsanız, bunun göreviniz olduğuna inandırılmışsanız, elinizde bunu yapabilme gücü var ama bu gücü kontrol eden bir yetke yoksa çok yüksek ihtimalle siz de zalim olabilirsiniz.
İkna olmamış olabilirsiniz, ben de olsam ikna olmazdım ama Zimbardo’nun Şeytan Etkisi kitabını okuduğumda kendimden o kadar da emin olamadım. Bu konularda görüşlerimizi ne kadar esnetirsek ve sorgularsak herkesin düştüğü hatalara düşme ihtimalimiz azalır o yüzden şüphe tohumlarının ekilmesi doğru yolda olduğunuzun göstergesidir. Şimdi kitaba dönecek olursak Zimbardo ünlü hapishane deneyinden yola çıkarak tarihi olaylar üzerinden sıradan insanların nasıl korkunç suçlar işlediğini anlatıyor. Hapishane deneyinde gardiyanların mahkumlara eziyet ettiğini biliyorsunuzdur. İşin ilginç taraflarından biri bu kişilerin öncesinde psikolojik testlerden geçmiş olması ve bir anormallik sergilememesi. Daha ilginç olanı ise deneyi yapan Zimbardo’nun da deneyin bir parçası haline gelmesi. Mahkumların çektiği eziyeti görmesine rağmen müdahale etmiyor hatta bununla eğlenebiliyor, mahkumların ailesi psikolojik olarak zarar görmüş çocukları için endişelenmesin diye hem mahkum rolündeki öğrencilerin hem de ailelerinin algılarıyla oynamaya çalışıyor, denek deneyi bırakmak istediğinde onu adeta eril değerleri üzerinden vuruyor, deneyi bırakan öğrencilerden biri gelip arkadaşlarını oradan çıkarmaya çalışacak düşüncesiyle paranoyaklaşıyor ve gülünç bir şekilde deneyini korumaya çalışıyor, eleştirilere karşı tepkiselleşiyor. Bunları okurken “Zimbardo kötü biri ve herkesin kötülüğe yönelimi olduğunu iddia ederek kendini aklamaya çalışıyor.” diye düşündüm.” Nasıl bu kadar kör olabilmişti? Ben sadece okurken içim sıkılmıştı ama o nasıl seyirci kalabilmişti? Ben olsam kesinlikle öyle yapmazdım.


Kitaba devam ettikçe bu algım yıkılmaya başladı çünkü bu deneyin çok daha korkunç versiyonları gerçekte yaşanmıştı ve aynı şekilde sıradan diyebileceğimiz kişiler büyük kötülüklerin faili olmuştu ya da seyirci kalmıştı. Ayrıca Zimbardo her seferinde bu durumları birkaç kişinin kötücül doğasına atfettiğimizde kötülüğü besleyen sistemi değiştiremeyeceğimizi anlatıyordu. Kendi yanılgılarını, onu kötülüğe iten faktörleri içtenlikle açıklayarak aslında kötü bir şeyden iyilik çıkarıyordu. Eğer o yaptığı şeyi kabul etmese, içsel hesaplaşmasını yapmasa bu kötülüğe nasıl engel olacağımıza dair fikirleri ortaya çıkmayacaktı. Ayrıca herkes olan bitene körken eşi Christina Maslach deneyin sonlandırılması gerektiği konusunda diretmişti. Zimbardo bunu kahramanlık olarak değerlendirdi ve bu deneyden sonra nasıl kahraman olunacağı üzerine düşündü, bunun üzerine çeşitli çalışmalar yaptı. İyi insan olmak yapılan hatayı görüp bunun acısını duyabilmek ve o deneyimden iyi şeyler çıkarabilmektir. Bu nedenle Zimbardo’ya dair fikirlerim değişti ve ben de onu kahraman olarak görmeye başladım. Kahramanlığı yüceltip ulaşılmaz bir hale getirmezsek daha fazla kahramanlık yapabileceğimizi öğrendim. Herkes kendini kaptırmış bir yere gidiyorken ve hiç sorgulamıyorken siz olan biteni sorguluyor, zor olanı tercih ediyor, konforunuzdan ödün veriyorsanız kahramansınız. Çünkü çoğu insan böyle davranmıyor, sorgulamıyor, kendini ayrıcalıklı görüyor ve nasıl olsa başka biri tepki gösterir deyip geçiyor ve hatalarından ders almıyor. İlla Süpermen olmanıza gerek yok, çoğunluk uzun bir yazıyı okumayı tercih etmezken şu an buraya kadar geldiyseniz kahraman olma potansiyeline sahipsiniz ya da öylesiniz. Açıklamaya Zimbardo’nun kahraman olmak üzerine tedex konuşmasını ekliyorum ona da bakabilirsiniz.
Şimdi gelelim bize. Biz nasıl kahraman oluruz? Şu an Türkiye gündemini düşünürsek burada bahsettiklerim ekstra önemli. Biz bu kötülüklerin önüne geçmek için olan biteni bir kişiye atfetmek yerine arkadaki sistemsel sorunları analiz edebilir ve bunların değişmesi için mücadele edebiliriz. Eğer nefretle yola çıkar, belirli bir grubu dehümanize eder, şiddeti meşru kılarsak biz de kötü oluruz. Sistemi değiştirmek zor olabilir ama farkındalığımızı artırarak onun bir parçası olmamayı seçtiğimizde kahraman oluruz. Burada bahsettiğim toplumsal etkilere karşı insani zayıflığımızı kabul etmekle değişimi başlatabiliriz. Terapide de değişim kendini bilmek ve kabul etmekle başlar. Siz kendinizi bilmezseniz birileri sizin zayıflıklarınızı manipüle edebilir, birilerini hedef göstererek, elinize kontrolsüz bir güç vererek şiddete davetiye çıkarabilir.
Peki farkındalığı artırmak için ne yapalım? Biraz toplumsal eğilimleri gözlemleyip biraz da bireysel yönelimlerinizi fark edebilirsiniz. Onaya ve güce ne kadar ihtiyacınız varsa, belirli kimlikleri ne kadar çok kendinizle özdeşleştiriyorsanız algılarınız da manipüle edilmeye o kadar açıktır. Reddedilme korkusu, bir erkek olarak gücünü ispatlama ihtiyacı, siyasi kimliğe bağlılık hatta milliyetçilik… Aşırı milliyetçi olan kişilerin Suriye’li birini nasıl dehumanize ettiğini ve onun göreceği zulmü meşrulaştırdığını görmüşsünüzdür. Korkunç bir diğer örnek ise Madımak Katliamı’dır. Buraya yazdığım etkilerin birçoğunun bu olayda nasıl ortaya çıktığını düşünebilirsiniz ve hiçbir kimliğe sıkı sıkı tutunmayı kendinize hatırlatabilirsiniz. Biliyorum bunu okuyan sizler bu zihniyetin karşısında olan hatta belki de onun şiddetinden nasibini almış kişilersiniz ve bahsettiğim örnekteki kişiler gerçekten de kötü kişiler ama sistemin bu kötülüğe nasıl izin verdiğini görmek, küçük bir parça bile o yola düşmemek kendimiz için yapabileceğimiz en iyi şeylerden biri. Çünkü biz bu sistemin karşısında duruyoruz, karşısında durduğumuz şeyi iyice tanımamız, aynı yoldan gitmememiz önemli. Ayrıca kötülüğe yol açan toplumsal faktörler varsa, iyiliğe yol açanlar da var. İyiliği, dayanışmayı, kahramanlığı nasıl artıracağımızı düşünmek; kötülüğü doğrudan sisteme itaat etmemek hayati önemdedir. Bireysel itaatsizlik bizi, sistemik itaatsizlik ise sistemi değiştirir. Ve şu an protestolarla, boykotlarla biz bunu çok güçlü ve insani bir şekilde yapıyoruz. Yorulduğunuzda, umutsuzluğa sürüklendiğinizde kendinize sistemle savaşan ve bu uğurda riske giren, bazı konforlarını feda eden bir kahraman olduğunuzu hatırlatın.
Kaynakça:
Philip Zimbardo – Şeytan Etkisi
Zimbardo Ted Konuşması: https://youtu.be/BzRR3Mo4noU?si=7TYYYRXf7_uQRFwk