Apolitik Olmak İçgüdülerimizi Nasıl Zedeler?

Maslow’un ihtiyaçların hiyerarşisi bir insanın temel ihtiyaçlarını gösterir. En alt basamaktaki ihtiyaç belirli bir oranda sağladığında sonraki aşamaya geçilir. Barınma ve beslenme ihtiyacını karşılayamayan biri sevgi/ait olma ihtiyaçlarını düşünmeyecektir, sevgi arayışına girmesi için önce hayatta kalabilmesi gerekir.

Bu basamaklara baktığınızda alt basamakların bütün canlılarda olduğunu görürsünüz. Bir zebra su ihtiyacını gidermek için güvenliğini riske atıp timsahın olduğu göle eğilecektir. Aynı zamanda bir canlı ne kadar gelişmişse bu basamaklarda daha yukarı çıkacaktır. Birçok hayvan için sevgi ve ait olma basamağı da bir o kadar hayatidir. Maymunlar üzerinde yapılan bir deneyde bebek maymunları anneler ayrılarak iki tane cansız anne modeline maruz bırakılmıştır. Annelerden biri soğuk ve tellerden oluşmakta ama süt veren tel annedir, diğeri ise yavruyu beslememekte ama daha, sıcak ve yumuşak olan kumaş annedir. Bu bebekler beslenmek için tel anneyi kullansa da geri kalan zamanlarını kumaş anneye sarılarak geçirmiş, bir şeyden korktuklarında kumaş anneye koşmuşlardır. Oldukça üzücü bir deney değil mi?

Bu deney sevginin de ne kadar temel ve hayati bir ihtiyaç olduğunu gösteriyor. Saygınlık ihtiyacına gelirsek şempanzeler arasında hiyerarşinin bulunması, çatışmalar hatta savaşlar yaşanması onların da insanlar gibi olmasa da saygınlığın belirli ölçütlerine kendi toplumsal yapılarında sahip olduklarını gösteriyor. Burada varmak istediğim nokta şu, insanı insan yapan şey, insancıl değerler dediğimiz şeyler kendini gerçekleştirme basamağıyla ilgili değerlerdir. Kendini keşfetmek, erdemli olmak, üretmek, sanat yapmak, güzeli takdir etmek, paylaşmak, felsefe yapmak… Hepimizin insanca yaşayabilmesi için önce alt basamakları doyurabilmiş olmamız gerekir. Biz burada güvenlik ihtiyacı üzerinde duralım.

Bir çocuk tutarsız bir hayatın içine doğduysa, bir gün söylenilen ertesi gün inkâr ediliyorsa, verilen sözler tutulmuyorsa, sürekli bir tartışmanın ve şiddetin içindeyse kendini güvende hissedemez. Sürekli tetiktedir, karamsardır, yakınlık kuramaz çünkü karşı tarafın tutarlı davranacağına güvenemez ya da yakınlık kurulduğunda kendisini güvenli bir zeminde hissetme, sağlam bir dayanak bulma ihtiyacı o kadar yoğundur ki sağlıklı bağlar kuramaz yani güvenli bağlanamaz. Görüldüğü üzere güvenlik algısı hasar almış birinin sevgi/ait olma ve saygınlık ihtiyaçlarını karşılayabilmesi zor olacaktır. Sürekli bir savaş alanındaymış gibi bir gözü açık olmalı, her an karnına bir yumruk yiyecekmiş gibi kaslarını sıkmalıdır. Biri ona yanlış yaptığında “bunu yapamazsın, izin vermem” diyemez çünkü zaten yapılmıştı. Neyin kabul edilebilir olduğunu ayırt edecek sezgilere sahip değildir, onu hayatta tutacak içgüdüleri zedelenmiştir. Yaralanan içgüdüleri iyileştirebilmek için ona içine doğduğu dünyanın tek gerçeklik olmadığını, güvenli bir yaşamın temel hakkı olduğunu, bunu talep edebileceğini ve olması gereken yerde rahatlayabileceğini, sırtını sağlam bir zemine yaslayıp artık bununla ilgili endişe etmesi gerekmediğini göstermek gerekir. Normal olan budur, bu mümkündür ve her insanın hakkıdır. İçgüdüleri iyileştiğinde bu kişi basamakları adım adım çıkacak ve insanca değerlerin olduğu bir hayat yaşayabilecektir.

Şimdi gelelim ülke gündemine… Biz gerçekten bir danışanımıza güvende olduğunu gösterebilir miyiz? Artık geçti, ailenin yarattığı yıkımdan çıkıp güvenli ilişkiler kurabilirsin diyebilir miyiz? Çok uzun zamandır içinde bulunduğumuz koşullar bize fizyolojik ihtiyaçlar ve güvenlik ihtiyacımızın sallantıda olduğunu hatta olmadığını gösteriyor. Tıpkı az önce bahsettiğim çocuk gibi her şeyin tutarsız olduğu bir dünyanın içindeyiz. Oysaki toplulukların bir araya gelmesi, devletlerin kurulması bunun içindi. Canımızın, malımızın, insani değerlerimizin güvence altına alınması içindi. Böylece biz kendimiz olabilecektik. Şu an bu temel varsayımların nasıl sarsıldığını görüyoruz. Kullandığımız oyların bir geçerliliği olduğundan şüpheliyiz, adaletten şüpheliyiz, başımıza bir şey geldiğinde birileri kurtarmaya çalışacak mı? Şüpheliyiz. Sesimizi duyurmaya hakkımız yok, internetimiz her an kesilebilir, canımız pahasına kesilebilir, itiraz edersek kendimizi bir anda terörist etiketi yemiş bir şekilde hapiste bulabiliriz. Çalışırız, ayın sonunda kazandığınız paranın hiçbir değeri kalmamıştır ama o da bir şey mi? Onca yıl çalışırsınız ve 35 yılın sonunda diplomanız bile iptal edilebilir. Sahip olduğunuz, emek verdiğiniz her bir şeyi, diplomanızı, işinizi, malınızı, evladınızı, canınızı kaybedebilirsiniz. Bu fıtratta değildir sadece size hiçbir güvence verilmemiştir işte… Burası sizin insanca yaşamanızın hatta yaşamanızın bir kıymetinin olmadığı bir yerdir. Bu çok uzun zamandır böyleydi ama biz yeterince ses çıkarmadıkça, ses çıkaranların başı ezildikçe ve bize bunu yapanlar hiçbir bedel ödemedikçe daha da ileri gittiler. Sınırlar böyledir ne kadar verirseniz o kadar üzerinize gelirler çünkü yapabiliyorlardır. Çok sakin insanlar bir anda öfke patlaması yaşar ve herkes şaşırır. Bu çok doğal doğaldır aslında. O kadar çok geri adım atmıştır ki artık gidecek alanı kalmamıştır ve bütün birikmişlikler bir patlamayla açığa çıkar. “Eh yeter artık” diye bağırır. Peki bizim toplumsal sınırlarımız nerede? Eh yeter artık anı gelmedi mi? Toplumsal olarak bu kadar yara almışken aklı başında herhangi bir kişinin ya da bir ruh sağlığı uzmanının her şey normalmiş gibi davranmasını, kaosa kulak tıkamasını, apolitik olmasını nasıl değerlendireceğiz? Bu normal değil, yeter artık demiyorsak, diyemiyorsak, her şey normalmiş gibi yaşamaya devam ediyorsak biz de travmayı yeniden yaratıyoruz. Toplumun içgüdülerini zedeliyoruz. Çok temel bir şeyi, değerli olduğumuzu ve haklarımızın olduğunu inkâr ediyoruz. Eğer iyileşmek ve güven inşa etmek istiyorsak hep birlikte “yeter artık bu kadarı normal değil, bunu yapamazsın!” diye haykırmamız ve bedel ödetmemiz gerekir. Sınırlar böyledir.

Kaynaklar:

https://www.odyone.com.tr/post/baglanma-teorisi-harlow-maymun-deneyi

Kurtlarla Koşan Kadınlar – Clarissa P. Estes

Maslow, A. H. (1943). A Theory of Human Motivation. Psychological Review, 50, 370-396.